banner32

BEDR’İN ASLANLARI 106 SENE SONRA RAHMETLE YAD EDİLİYOR

İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale harbi devam ederken askerlerin moralini yükseltmek için yazdığı Çanakkale şehitleri şiirinde emperyalistlere karşı savaşan Osmanlı askerlerini, Müslümanların ölüm kalım savaşı olan Bedir’de savaşan sahabelere benzetmesi muhteşem bir tespit ve gerçektir.

BEDR’İN ASLANLARI 106 SENE  SONRA RAHMETLE YAD EDİLİYOR

MÜSLÜMANLAR BEDİR SAVAŞINDA YENİLSEYDİ DAHA YENİ YENİ KURULAN DEVLET BÜYÜK YARA ALACAKTI…

Mehmet Akif  Ersoy Çanakkale şirinde “Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi” ifadesi ile Bedir savaşı İslam için ne kadar mühim ise Düşmanın Çanakkale boğazını aşıp İstanbul’a gelmesi de İslam alemi için o kadar kötü ve berbat bir sonuç olduğunu  ifade edebilmek için bu muhteşem benzetmeyi yapmıştır.

ÖZET OLARAK BEDİR SAVAŞI NEDİR ?

Son peygamber Hz.Muhammed Allah’ın emri ile uzun bir süre tebliğ vazifesini gizli yaptı. Hz. Ömer’in 40.kişi olarak Müslümanlığı kabul etmesi ile artık İslamiyet açıktan  tebliğ ediliyordu. Mekke de yaşayan  zenginler bu  durumu kabul etmiyor Hz. Muhammed’i yok etmek adına çareler ve çıkış yolları arıyorlardı . Yaptıkları bütün cazip teklifler red edildiği için artık kendilerini dinlemeyen Hz. Muhammed’i ve sahabelerini yok etmek için  1.000 kişilik bir ordu hazırlayıp silahlı gücü ancak 300’ü bulan ilk İslam ordusunu yok etmeye karar verdiler.

Hem son peygamber hem de İslam ilk İslam devletinin kurucusu olan Hazreti Muhammed’in  ve sahabeleri yani ilk İslam ordunun yenilmesinin nasıl olumsuz sonuçlar doğuracağı açık ve seçik bir şekilde ortada. İşte Mehmet Akif Ersoy’da bu savaş ile Çanakkale harbinin Müslümanlar için önem bakımından hemen hemen aynı olduğunu vurgulamak için  bu savaşta canını ortaya koyan Osmanlı askerleri ile Bedr’in askerlerinin aynı önemde bir ideal uğruna savaştıklarını ifade etmek için o muhteşem ÇANAKKALE  ŞEHİTLERİNE Şiirini yazmıştır.

Bedir Savaşı Tarihi

Müslümanlar ile Müşrikler arasında yapılmış olan ilk savaş olma niteliği barındıran Bedir Savaşı 624 tarihinde gerçekleşmiştir. Bedir savaşında Müslümanların sayısı 305-313 civarında, müşriklerin sayısı ise 1000 kişi olarak bilinmektedir.

Savaş Mekke ve Medine şehirleri arasında bulunan Bedir mevkiindeki Bedir kuyuları başında olmuştur. Bedir Savaşı, Müslümanlarla Müşrikler arasında gerçekleşen ilk savaş olması bakımından büyük önem taşıyor. Ayrıca Müslümanların Müşriklere karşı ilk zafer elde ettiği savaştır.

Bedir Savaşı Özeti

Hz. Peygamber ve beraberindeki Müslümanlar Mekke'deki artan Müşriklerin baskıları üzerine Medine şehrine hicret etmişlerdir. Mekke müşrikleri Medine şehrinde de Müslümanları zor duruma düşürmek amacıyla ekonomik ambargo uygulamışlardır. Bunun beraberinde Müslümanlara çeşitli baskılar uygulayarak yalnızlaştırma çabası içinde olmuşlardır.

Mekke şehrinden Medine şehrine hicret etmek durumunda kalan Hz. Muhammed ve beraberindeki Müslümanları zor duruma düşürmeyi amaçlayan Mekkeli müşrikler, Müslümanların hicret ederken geride bıraktıkları malları satma kararı aldı. Şaş şehrine gönderilecek olan bir kervanla birlikte Müslümanlara ait olan malları da göndererek satmayı kararlaştırmışlardır. Yapılacak olan bu ticarette elde edilen gelirle de Müslümanlara karşı savaşacak bir ordu kurmayı planlamışlardır.

Hicret ederken geride bırakmış oldukları malların yağmalanarak Şam şehrine gönderileceğini öğrenen Müslümanlar, Şam şehrine gidecek olan bu kervanın yolunu kesmek amacıyla bir sefer kararı almışlardır. Düzenlenecek olan bu sefer sayesinde hem kendi mallarını geri almayı hem de Mekkeli Müşriklere gözdağı vermeyi amaçlamışlardır.

Her iki taraf da Bedir kuyuları başında karşı karşıya gelmiş ve savaşmışlardır. Gerçekleştirilen bu savaş Müslümanların üstünlüğüyle son bulmuştur. Bedir Savaşının kazanılmasında Hz. Ali ile Hz. Hamza'nın göstermiş oldukları kahramanlıkların önemi çok büyük olmuştur.

Bedir Savaşının Önemi

Bedir savaşı Müslümanların yapmış olduğu ilk savaş olmakla birlikte Hz. Muhammed komutasında kazanılmış ilk askeri zafer olma niteliği taşımaktadır. Elde edilen bu zaferle birlikte Müslümanların varlığı önemli bir güç kazanmıştır. Ayrıca bu savaşta elde edilen üstünlük sayesinde Müslümanlar geniş alanlara yayılma olanağı sağlamışlardır. Savaşta başarısızlığa uğrayan Mekkeli müşriklerin ise saygınlığı azalmaya başlamıştır.

Bedir Savaşından elde edilen zaferle Hz. Muhammed'in gücü ve kudreti daha da artmış ve Müslüman olmak isteyenlerin sayısında artış olmuştur. Savaş öncesinde ekonomik açıdan zor zamanlar geçiren Müslümanlar elde ettikleri zaferle birlikte ekonomik açıdan da rahatlamışlardır. Ayrıca Bedir Savaşı’ndan elde edilen zafer Müslümanların moral kazanmasını sağlamıştır.

MEHMET AKİF BU BENZETMEYİ ŞU SEBEPLERDEN DOLAYI YAPMIŞTIR…

İslam'ın kaderini tayin eden Bedir savaşının bir muadili olarak Çanakkale savaşını görüp, Bedir savaşındaki sahabeyi yücelten sır, bu askerleri de yüceltmek yolunu İfade etmek için  kullanmıştır.

Çünkü, Çanakkale geçilseydi, İslam'ın sebepler noktasında sönmesi söz konusu olabilirdi.

İşte bu ifadeyi gözü yaşlı İstiklal şairimiz, her şeyini feda eden askerlerimizin şevkini artırmak için, o karanlık savaş dönemlerinde söylemiştir.

İŞTE MEHMET AKİF’İN ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE ŞİİRİ

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “Bu bir Avrupalı!”
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!

Ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
Atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.

Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…

Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy

Hüseyin ÇETİNER

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER

banner33

Powered by Dailymotion

banner34